Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), 2004 yılı raporunda tüm dünyada
toplam 9 milyon yeni tüberküloz hastası ortaya çıktığını ve
bunlardan 2 milyonunun öldüğünü bildirmiştir
2. Bu denli
yaygın ve ölümcül olan bu hastalığın tedavisinde hedef hasta
kitlesi, direk balgam yayması pozitif tüberküloz olgularıdır
2.
Olgularımızın yaş ortalaması 28,92±16,73 olup, olguların
%67,3’ü 15-44 yaş arasındaki hastalardan oluşmaktaydı.
Tüberküloz hastalarının çoğunluğunun genç-erişkin yaş
grubunda olması, tüberküloz kontrolünde yeterli başarının
sağlanamadığını gösterir 3-5. Bizim çalışmamızda da
hastaların çoğunluğunun genç-erişkin yaş grubunda olması
tüberküloz kontrolünde sorunlarımız olduğuna işaret
etmektedir. Akciğer dışı tüberküloz sıklığı ile ilgili olarak çok
farklı oranlar bildirilmiştir. Akciğer dışı tüberküloz oranını
Lado 6 %40.2, Kalaç 7 %3.3, Ceylan 8 ise sıfır olarak
bulmuşlardır 6-8. Çalışmamızda bu oran %44.8 (137 olgu)
idi. Akciğer dışı tüberkülozlu olgu oranımızın yüksek olmasını
ilimizde hemen her uzmanlık dalında hekimlerin bulunması ve
tıp fakültesi hastanesinin olmasına bağlamaktayız.
Ülkemizde tüberküloz tanısında pasif olgu bulma
yöntemi yeni tüberküloz olgularının temelini oluşturmaktadır
4. Bu çalışmada da olguların %87.6’sı ferdi başvuru (pasif
vaka bulma) ve %11.8’i temaslı taraması ile tespit edildi. Pasif
vaka bulma yöntemi gönüllü başvuruyu içeren; emek, masraf
ve kolaylık açısından tercih edilmesi gereken bir vaka bulma
yöntemidir 9,10.
Hastaların tedavisine hastanede başlama oranları %82.4
bulundu. Özkara ve arkadaşlarının 4 çalışmasında hastaların
%74’üne tedavinin hastanede başlandığı; buna hastanelerde
bakteriyolojik olanakların bulunması ve her tüberküloz
hastasına tedavinin gözetimli yapılmasının büyük yararlar
sağlayacak olması nedeni ile büyük önem atfedilmiştir.
Hastanede tedavi başlanma oranının kısmen yüksek
bulunmasının nedeni Diyarbakır il merkezinde Göğüs
Hastalıkları Hastanesi, Tıp Fakültesi Hastanesi, Devlet
Hastanesi, Çocuk Hastalıkları Hastanesi gibi yataklı tedavi
kurumlarının olması ile açıklanabilir.
Akciğer tüberkülozlu hastalarının %65-80’nin yayma
pozitif olması tanıdaki kalitenin bir ölçütü olarak
değerlendirilmektedir 2. Birçok ülkede akciğer tüberkülozu
tedavisine alınan olguların en az yarısında tanı bakteriyolojik
kanıt olmadan, klinik ve radyolojik bulgularla konulur 11.
Türkiye nüfusunun yaklaşık üçte birinin yaşadığı güney-batı,
batı ve kuzey illerinde tüberkülozun durumunu genel hatlarıyla
ortaya koyan bir çalışmada, bu bölgelerde akciğer tüberkülozlu
hastaların %74.5’inde bakteriyolojik çalışma yapılmış ve yayma pozitifliği %52.2 bulunmuştur 4. Bingöl Verem Savaş
Dispanseri’nde 1999-2000 yıllarında izlenen yeni tüberkülozlu
olguların değerlendirildiği bir çalışma da olguların 1999
yılında %11’ine, 2000 yılında ise %16’sına bakteriyolojik
tanıyla tedavi başlanmıştır 8. Bu çalışmada bakteriyolojik tanı
oranlarının çok düşük olmasının ana nedeni tüberküloz tanısı
için gerekli olan direkt mikroskopi, teksif ve kültür işlemlerinin
yapılabileceği bir tüberküloz laboratuvarının olmamasına
bağlanmıştır 8. Kocabaş ve arkadaşları tarafından 1990 yılı
ocak ve şubat aylarında Türkiye’deki dispanserlerde tedavi
başlangıcında bakteriyolojik incelemenin olguların %41.3’üne
yapıldığı ve %34’ünün pozitif bulunduğu bildirilmiştir. Bizim
çalışmamızda akciğer tüberkülozlu olguların %87.6’sında
balgam incelemesi yapıldığı ve olguları %72.8’ine pozitif
bakteriyolojik sonuç ile tedaviye başlandığı görüldü.
Bu çalışmada yeni akciğer tüberkülozu olgularında
yayma pozitifliği %69.6 ve eski akciğer tüberküloz olgularında
ise %95.2 bulunmuştur. Özellikle daha önce tüberküloz
tedavisi görmüş olgularda radyolojik görünümle aktif hastalık
tanısını koymanın getireceği yanılgılar nedeni ile tanının
bakteriyolojik kanıta dayandırılmış olması önemlidir. Yeni
akciğer tüberkülozu olgularında ise yayma pozitifliği ile
tedaviye başlanan hastaların oranı DSÖ’nün 2006 yılı
raporundaki beklentilerle uyumludur 2. Ancak buradaki
pozitif bakteriyolojik sonuçla tedaviye başlama oranının
yüksek olmasında hastaların hastanelerde tanı alma oranının
yüksek olmasının büyük payı vardır.
Ülkemizde verem savaş dispanserlerinden bildirilen
tedavi başarı oranları %60-%81 arasında olup, bunların içinde
kür oranları çok düşüktür 8,9. Hatta bir verem savaşı
dispanserinde 1999-2000 yılları arasında hiç kür olmadığı
bildirilmiştir 8. Çalışmamız da tedavi başarısı (kür+tedavi
tamamlama) %87 bulundu. Bu oran yüksek görünmesine
rağmen bakteriyolojik yanıtla tedavinin sonlandırılması yani
kür oranı %8.3 bulundu. Bu DSÖ’nün kür hedefi olan %85’den
çok uzaktır.
Sonuçta tanı aşamasında bakteriyoloji ile tanı konması
çabalarının tedavi takibinde ve sonlandırılmasında da aynı
titizlikle uygulanması gerektiği açıktır. Verem Savaşı
Dispanserlerinin bakteriyolojik yöntemlerle hasta takibi
konusunda özendirilmesi ve desteklenmesi şarttır.