Zehirlenmeler AS’lerin önemli başvuru nedenleri arasında olup AS hekimlerinin zehirlenmeler konusunda gerekli yeterliliğe sahip olmaları gerekmektedir.
Serum PON1 düzeyleri diyet, akut faz proteinleri, gebelik ve apo AI düzeyini etkileyen olaylardan etkilenmektedir 10. PON1’in LDL lipid peroksidasyonu ile oluşabilen oksidatif modifikasyonunu önleyerek antioksidatif ve antiaterosklerotik rol oynadığı gösterilmiştir 11,18,19. PON1‘in en iyi bilinen koruyucu fonksiyonu; organofosfat sinir ajanlarını, aromatik karboksilik asit esterlerini ve insektisitleri hidrolize etme yeteneğidir 10.
ABD 2003 zehirlenme verilerine göre analjezikler, stimülan ilaçlar, antidepresanlar, kardiyovasküler sistem ilaçları, sedatif-hipnotik-antipsikotik ilaçlar zehirlenmeye en sık neden olan ajanlardır. Bu ilaçlardan analjeziklerin önemli oranda mortaliteye neden olduğu belirtilmiştir Analjeziklerden asetaminofen ve ASA; antidepresanlardan ise amitriptilin bu gruplar içinde en çok zehirlenmeye neden olan ajanlardır 2. Yapılan bazı çalışmalarda ise zehirlenmenin en sık TCA’lar ile olduğu bildirilmiştir (20). Bizim çalışmamızda ise en sık maruz kalınan ajan grubu mantarlar olup (%30.5), bunları (%15.9) ile TCA’lar izlemektedir. Çalışmamızda zehirlenme etkeni olarak en sık mantarların görülmesinin sebebi, çalışmanın yapıldığı dönemde mevsimsel ve bölgesel özelliklerden dolayı yabani mantar tüketiminin fazla olması olabilir.
Yapılan bazı çalışmalarda serum ve doku MDA düzeylerinin çeşitli hastalıklara ve ilaçların toksik etkilerine bağlı olarak arttığı gösterilmiştir. Bu hastalıklarda lipid peroksidasyonu sonucunda serum ve dokuda MDA düzeylerinde artış olmaktadır (göğüs ağrılı ve diyabetli hastalar) 21,22. PON1 düzeyleri özellikle aterosklerotik hastalık, insülin bağımlı diyabet ve ailesel hiperkolesterolemi durumlarında artabilmektedir 11. Bu nedenlerle PON1 ve MDA’yı değiştirdiğini düşündüğümüz klinik durumları çalışmaya dahil etmedik.
Cengiz ve ark.’ı 23 asetaminofen ve aspirin hepatotoksisitesinde lipid peroksidasyonunun rolünü araştırmak amacıyla ratlara toksik dozda intraperitoneal (IP) asetaminofen (500 mg/kg) ve aspirin (200 mg/kg) vermişlerdir. Daha sonra karaciğerde ve plazmada MDA düzeyleri ölçülmüştür. Sonuçta asetaminofen ve aspirinin plazma ve karaciğerde MDA düzeylerinde önemli bir artışa neden olduğu bildirilmiştir. Bu artışlar istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur. Oak ve ark.’ı 24 ratlara yüksek doz asetaminofen verilerek (400-600 mg/kg vücut ağırlığı), kan glutatyon (GSH) ve MDA düzeylerine bakmış, 6. ve 12. saatlerde karaciğer histolojisi incelemiştir. Asetaminofen zehirlenmesini takiben MDA seviyesinin artıp GSH’nin azaldığı ve karaciğerde masif sentrilobüler hepatosit nekrozu yaptığı gösterilmiştir. Ratlara asetaminofen enjeksiyonundan iki saat sonra glutatyon glikozit (GSH-glyc) verildiğinde MDA ve GSH değişiklikleri önlenmiş ve ratların çoğunda karaciğer nekrozunun histolojik belirtileri ya tamamen kaybolmuş ya da ciddi oranda azalmıştır. Bizim çalışmamızda asetaminofen ve diğer zehirlenmelerde, MDA1 ve MDA2 değerleri arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunamamıştır. Hasta grubumuzda MDA değerlerinde anlamlı bir yükselme olmamasının sebebi, asetaminofen zehirlenmesi olan hastalarımızdan toksik doz sınırını asan grubun sayısının az olması olabilir.
Lukaszewicz ve ark. 25 organofosfat, chlorfenvinphos ve insektisit zehirlenmelerinde karaciğer SOD, katalaz (CAT) ve MDA’nın 1, 24 ve 48. saatlerde konsantrasyonlarına bakmışlardır. Chlorfenvinphos zehirlenmesinden 24 saat sonra MDA düzeyleri azalmış iken 48 saat sonra MDA düzeyleri artmıştır. Bizim çalışmamızda ise organofosfat ve diğer ajanlarla olan zehirlenmelerde MDA1 ve MDA2 düzeylerinin 6. ve 24. saat ölçümlerinde istatistiksel olarak anlamlı bir artış gözlenmemiştir.
Loguercio ve ark.’nın 7 yaptığı bir çalışmada akut ve kronik alkol kullanımı olan hastaların eritrositlerinde in vivo ve in vitro olarak MDA düzeylerinin arttığı bulunmuştur. Skrzydlewska ve ark.’ı 26 metanol zehirlenmesi olan ratlarda (3 gr/kg metanol) karaciğer, serum ve eritrositlerde 6, 14 ve 24. saatler ile 2, 5 ve 7. günlerde MDA, SOD, glutatyon peroksidaz (GSH-Px), glutatyon redüktaz (GSSG-R), GSH, askorbik asit, alfa tokoferol düzeylerine bakmışlardır. Karaciğer, eritrosit ve serumda GSH-Px ve GSSG-R aktivitesi, GSH düzeyleri ve askorbik asit konsantrasyonlarının azaldığını, MDA’nın ise arttığını göstermişlerdir. SOD ve alfa tokoferolün ise eritrositlerde azaldığı gösterilmiştir. Zentella ve ark.’ı 27 NSAİ ilaç olan piroksikamın, etanol ile akut zehirlenmiş tok ratlarda karaciğer MDA ve GSH seviyeleri ile kan triaçilgliserol ve etanol düzeyleri üzerine olan etkilerini araştırmışlardır. Piroksikamın aç ratlarda rapor edildiği gibi, tok ratlarda da etanol verilmesine bağlı oluşan kandaki etanol konsantrasyonunu azalttığını, triaçilgliserol ve MDA’nın hepatik artışını inhibe ettiğini göstermişlerdir. Bizim çalışmamızda ise akut alkol alımını takiben MDA1 ve MDA2 düzeyleri arasında anlamlı bir fark bulunamamıştır.
Akgür ve ark.’nın 28 akut organofosfat zehirlenmesi olan 28 hasta üzerinde yaptıkları bir çalışmada PON1 düzeyleri ile akut zehirlenmeler arasında bir korelasyon olduğu ve bu korelasyonun kronik zehirlenmelere göre daha düşük olduğu görülmüştür. Sozmen ve arkadaşlarının 29 organofosfat zehirlenmesi olan vakalar üzerine yaptıkları bir çalışmada, PON1 düzeylerinin ve alloenzimlerinin organofosfat zehirlenmelerinde önemli role sahip olduğunu ve arttığını tespit etmişlerdir. Bizim çalışmamızda ise tüm hasta gruplarında PON1-1 ile PON1-2 düzeyleri arasında istatistiksel alarak anlamlı fark bulunamamıştır.
Özaras ve ark.’nın 30 24 rat ile yaptıkları bir çalışmada, etanolun serum AST, ALT ve serum-doku MDA düzeylerini yükselttiği ve karaciğer hasarını arttırdığı, bunun da N-Asetil Sistein ile azaldığı gösterilmiştir. Bizim çalışmamızda ise etanol alan hastalarda AST1, AST2, ALT1, ALT2, MDA1 ve MDA2 değerleri arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunamamıştır.
Larrey ve ark.’ı 31 yaptıkları bir çalışmada ilaçların karaciğer yetmezliği etiyolojisinde önemli bir role sahip olduğunu ve özellikle de asetaminofenin ilk sırayı aldığını göstermişlerdir. Bu çalışmada asetaminofen zehirlenmelerinde aminotransferaz düzeylerinin ilk 3-5 saatlik dönemde normal olduğu ve zehirlenme sonrası ilerleyen saatlerde karaciğer yetmezliğinin göstergesi olarak artış gösterdiği belirtilmiştir. Bizim çalışmamızda ise 6. saatte ve 24. saatte aminotransferaz düzeyleri anlamlı artış göstermemiştir. Bu durumun sebebi toksik doz aralığında ilaç alan hasta grubumuzun sayısının az olması olabilir.
Kuffner ve ark.’nın 32 uzun dönem alkol ile beraberinde asetaminofen alan hastalar üzerinde retrospektif olarak yaptıkları bir çalışmada, çalışmaya alınan 102 hastadan sadece 4’ünde AST düzeyleri yüksek olarak bulunmuş ve çalışma sonucunda günlük asetaminofen düzeyleri ve karaciğer hasarı arasında ilişki bulunamamıştır. Bizim yapmış olduğumuz çalışmada da literatürle uyumlu olarak alkol ve asetoaminofeni birlikte alan hastalarda AST, GGT, ALT düzeyleri anlamlı artış göstermemiştir. James ve ark.’nın 33 adölesan ve cocuklarda yaptıkları bir çalışmada, asetaminofen zehirlenmesi sonrasında 24 ve 48. saatlerde AST, ALT ve protrombin zamanı ölçülmüş ve sonuçta hepatotoksisitesi olan hastalarda bu parametrelerin normal olduğu tespit edilmiştir. Bizim yapmış olduğumuz çalışmada da literatürle uyumlu olarak asetoaminofen zehirlenmesi olan hastalarda AST, GGT, ALT düzeyleri anlamlı artış göstermemiştir. Gyamlani ve ark.’nın 34 yaptıkları bir çalışmada intihar amaçlı veya kazayla asetaminofen alan 93 hastanın 24-48 saatlik yoğun bakım izlemlerinde aminotransferaz düzeylerinin intihar amaçlı alımlarda, kazayla alımlara göre ilk dönemlerde atış göstermediği ancak 48 saatten sonra arttığı tespit edilmiştir. Bizim çalışmamızda da literatür ile uyumlu olarak hastaların 6 ve 24. saatlerde alınan kanlarında AST, ALT, GGT değerlerinde artış bulunamamıştır.
Knight ve ark.’nın 35 ratlarda yaptıkları bir çalışmada, ratlara asetaminofen ve alkol uygulayarak, bu iki maddenin rat karaciğerinde oluşturduğu patofizyolojik değişikliğe, serum MDA ve ALT düzeyindeki artışlarına bakılmıştır. Sonuçta bu iki madde ile MDA ve ALT düzeyleri artarken vitamin E tedavisi verilenlerde bu artış daha düşük düzeylerde olmuştur. Husain ve ark.’nın 36 rat plazmalarında alkol etkisi ile MDA düzeyleri arasındaki ilişkiye baktıkları bir çalışmada, yüksek doz alkol etkisi sonucunda MDA düzeylerinde yükselme olduğunu göstermişlerdir. Bizim çalışmamızda ise alkol alan hastalarda MDA düzeylerinde artış tespit edilememiştir. Li ve ark.’nın 37 yaptıkları bir çalışmada akut alkol alımı ile hepatik enzimler ve MDA arasındaki ilişkiye bakılmış, alkol verilen hastalarda MDA düzeylerindeki değişiklik istatistiksel olarak anlamsız bulunmuşken, ALT ve AST düzeyleri artmış olarak tespit edilmiştir. Bizim çalışmamızda ise alkol alan hastalarda 6. ve 24. saatlerde literatür ile uyumlu olarak MDA düzeylerinde değişiklik bulunmazken, AST ve ALT düzeylerinde de değişiklik olmamıştır.
Sonuç olarak yaptığımız çalışmada TCA, organofosfat, asetaminofen, mantar ve alkol zehirlenmelerinde serum MDA, PON1, AST, ALT ve GGT değerlerinde alımın 6. ve 24. saatlerinde yapılan ölçümler arasında istatistiksel olarak anlamlı bir değişiklik olmamıştır. Bunun sebebi hasta grubumuzu oluştururken AS’ye gelen tüm zehirlenme hastalarını almamız, toksik doz sınırının altındaki hastaları da çalışmaya dahil etmemiz olabilir. Zehirlenmelerde bu maddelerde anlamlı artış tespit edilen çalışmalara bakıldığında biyokimyasal olarak bakılan parametrelerin seviyesi ilk saatlerden itibaren 1, 2, 5. ve hatta bazı çalışmalarda 7. günde bile ölçülmüştür. Eğer bizim çalışmamızda da sadece toksik doz sınırındaki hastalar alınmış olsaydı ve hastaların 24. saatten sonraki ölçümleri de yapılabilmiş olsaydı bu parametrelerde artış olabileceği görüşündeyiz. Zehirlenme gibi önemli bir sorunun takip ve tedavisinde yeni laboratuvar parametrelerinin araştırılması gerektiğini düşünmekteyiz.