Multipl skleroz tanısını ilk olarak 60 yaşında alan bu olguda
MS'in klinik belirtileri postpartum dönemde ve MS'in sık
görüldüğü genç erişkin yaşta başlamış, hastalık ileri yaşa
kadar iyi bir klinik seyir izlemiş fakat klinik olarak belirgin
kötüleşme 58 yaşından sonra yani postmenopozal dönemde
gözlenmiştir.
Multipl skleroz'da östrojenin hastalığın başlangıcı ve
seyri üzerinde etkili olduğu ayrıca kadınları otoimmun hastalıklara
duyarlı kıldığı bilinmektedir. Östrojenin, MS'de
immunpatogenezin önemli bir kısmında rol alan Th-1 ve Th-
2 lenfosit düzeylerini dolayısıylada Th-1/Th-2 oranını etkileyebileceği,
menstrüel siklusun değişik fazlarında, gebelik ve
menopoz gibi geçiş dönemlerindeki hormonal değişikliklerin
hastalığın aktivitesini etkileyebileceği bildirilmektedir2.
Gebelik sırasında, çok yüksek östrojen düzeyleriyle karakterize
3.trimesterde MS ataklarının azaldığı ve östrojenin ani
geri çekilmesiyle karakterize postpartum dönemde atakların
2-3 kat arttığı uzun zamandan beri iyi bilinmektedir3. Paavilainen ve ark.5, 28 hastanın 14'ünde postpartum
dönemde MRG'da yeni ya da genişlemiş lezyon saptamışlardır4. Ayrıca yapılan bir çalışmada klinik ve immünolojik
izlemde 42 gebe MS hastasında, dolaşımdaki “Natural Killer”
(NK) hücrelerinin gebeliğin son 3 ayı boyunca azaldığı ve
doğumdan sonra arttığı gösterilmiştir.
Literatürde MS'in menopoz dönemiyle ilişkisine dikkat
çeken az sayıda çalışma mevcuttur. Postmenopozal dönemde
olan, 90 MS'li kadının incelendiği çalışmada menopoz dönemiyle
birlikte %54 oranında özürlülüğün arttığı, %8'inde
düzeldiği, %38'inde herhangi bir değişiklik olmadığı saptanmıştır6. Yeni tarihli, 72 postmenopozal kadının incelendiği
bir diğer çalışmada ise menopozla beraber olguların
%55'inde MS semptomlarında herhangi bir değişiklik olmadığı,
%40'ında arttığı, %5'inde ise azaldığı gösterilmiştir2.
Bizim hastamız menopoz sonrası hızlı ilerlemiş ve tekerlekli
sandalyeye bağımlı hale gelmiştir. Mevcut veriler göstermektedir
ki, yüksek östrojen düzeyleriyle semptomlar kötüleşebilmektedir. Pek çok kadınsa farklı öströjen durumlarında
semptomlarında herhangi bir değişiklik bildirmemişlerdir2.
Multipl skleroz temelde klinik bir tanıdır. Tanı; semptom
ve bulgularla hastalığın klinik seyri dikkate alınarak
konulmaktadır. MRG, nörofizyolojik testler ve BOS incelemesi
tanıya ulaşmada önemli katkılar sağlar. Ancak kesin tanı
koydurtacak bir laboratuar bulgusu yoktur7. MS'te ayırıcı
tanı büyük önem taşır. Çünkü doğru tanı hem hastalığın
doğası ve yapılabilecekler konusunda hastayı bilgilendirmede
hem de hastalığın seyrine etkili olabilen immunmodulatör ve
immunsup-resif tedavilerin uygulanmasına olanak verir.
Elli yaşın üzerinde klinik belirtileri başlayan MS hastalarda
tanı genellikle (%1 ile 6 oranında) yanlış konulmaktadır.
Görüntüleme yöntemlerindeki lezyonlar, hastanın ileri
yaşı nedeniyle iskemik olarak değerlendirilebilmektedir. 50
yaşın üzerindeki hastalarda ayırıcı tanıda serebrospinal
vasküler sendromlar, hipertansiyonla ilişkili hastalıklar,
kompressif myelopatiler, primer ya da ikincil vaskülitler,
inflamatuar hastalıklar, metabolik hastalıklar, dejeneratif ve
nutrisyonel sendromlar araştırılmalıdır8.
De Seze ve arkadaşları, 50 yaşından sonra beyin MRG
anormallikleri sıklıkla izlendiği için, geç başlangıçlı MS
hastalarında, MS tanısının seçiciliğini artırmak için spinal
kord MRG görüntülemeleri ve BOS incelemelerinin sistematik
olarak yapılmasını önermektedir9.
Klinik belirtileri genç erişkin yaşta başlamış olmakla
birlikte bu olgu tanı için değerlendirildiğinde 60 yaşında idi.
Bu nedenle olguda klinik seyir göz önüne alınarak MS ayırıcı
tanısında yer alan hastalıkların geniş laboratuar testleriyle
dışlanmasına çalışılmıştır. Bu hastada yapılan tüm spinal
kord radyolojik görüntülemelerinde belirgin patolojik bir
bulgu olmaması ve BOS incelemesinde OKB pozitifliği
saptanmış olması MS tanısına yönelmede önemli parametreler
olmuştur.
Multipl skleroz, merkezi sinir sisteminin farklı
alanlarına ait işlev kaybına ve çok çeşitli klinik tablolara yol
açabilen bir hastalıktır. MS'in yenileyici şekilden ilerleyici
şekle geçisin ortalama zamanı 11-19 yıl arasında olduğu
bildirilmektedir10. İkincil ilerleyici MS'in ortalama
başlangıç yaşı 39.4 olarak bildirilmiştir11. Bizim
olgumuzda hastalığın ikincil ilerleyici formu yaklaşık 30
yıllık bir sürecin sonunda 58 yaşında iken başlamış olması da
MS'un klinik tablolarında görülen heterojenitenin hastalığın
seyrinde de görülebileceğini göstermesi bakından oldukça
çarpıcıdır.
Bu olguda asıl sorun MS tanısını ilk olarak 60 yaş gibi
oldukça geç bir yaşta alan bir hastada immunsupresyon
ve/veya immunmodulatör tedavilerin verilmesinde nasıl bir
algoritma izleneceği ile ilgilidir.
İleri yaşta olmayan hastalarda bile ikincil ilerleyici
MS'de immunmodulatör tedavi yaklaşımları tartışmalıdır. Bu bağlamda ilk yapılan çalışma olan Avrupa ikincil ilerleyici
MS faz 3 çalışmasında interferon beta (IFNB)-1b özürlülüğün
ilerlemesini orta derecede yavaşlattığı bildirilmişse de ilacın
etkinlik ve onayı için erken sonlandırılmıştır. Bunu izleyerek
yapılan 3 çalışmada (SPECTRIMS, IMPACT ve Kuzey
Amerika IFNB-1b çalışması) özürlülüğün ilerlemesi üzerinde
bir etki ortaya koymamıştır12.
Glatiramer asetat MS'in bu tipinde incelenmemiştir12. Genel kanı IFNB'ların ikincil ilerleyici MS'de özürlülük
üzerine etkisi olmadığı yönündedir12,13. Ayrıca bu
ilaçlar özürlülük dereceleri yüksek hastalara uygulanamamaktadır.
Yakın tarihte ikincil ilerleyici MS hastalarında
yapılan IFNB-1b çalışmasında ise, tedavi öncesi 2 ya da daha
fazla atağı olanların %84'ünde, tedavi öncesi ataksız ya da 1
atağı olanların %45'inde progresyon izlenmiştir. Bu çalışmada
interferon tedavisine başlamadan önceki hastalık aktivitesinin
tedavinin etkinliğinde en önemli faktör olduğu belirtilmiştir14.
Sitotoksik bir ajan olan mitoksantronun hızlı seyirli yineleyici
ve ikincil ilerleyici MS'de hastalık aktivitesini azalttığı
bu ilaçla randomize, MR kontrollü, plasebo kontrolü
bulunmayan 2 ayrı faz II ve plasebo kontrolü bulunan faz III
çalışmalarında bildirilmiştir15-18. Fakat ülkemizde MS
tedavisinde endikasyon dışı olduğu için, diğer ilaçlar denenmeden
ve bakanlık onayı alınmadan hastalara reçete edilememektedir.
Sekonder progresif MS'te metil prednizolon (MP) ile
peryodik pulse tedavisinin güvenli ve bu hastalarda özürlülükte
gecikme yönünden başarılı olduğunu gösteren faz II
çalışması mevcuttur19. Hastamız MP pulse tedavisinden
klinik olarak belirgin faydalanmış fakat hastanın inaktif hali
ve tedavi öncesinde de var olan osteoporozun varlığı göz
önüne alınarak uzun dönem koruyucu tedavide düşünülmemiştir.
Biz bu olguda, geniş spektrumlu bir immun supresif
olan ve yineleyici MS ile ilerleyici MS hastalarında klinik
etkinliği pek çok çalışmada gösterilmiş olan azatioprin ile
tedaviye devam etmeyi planladık. MS'in bütün formlarını ve
793 hastayı kapsayacak şekilde yapılan meta-analiz çalışmalar
göstermiştir ki; azatioprinle tedavinin 1.yıl sonunda EDSS
skorlarında bir etki gözlenmezken 2 yıl sonunda azatioprin
kullanan hastalarda yararlı etkiler gösterilmiştir. Azatioprin
ile tedavide 2.yıl sonunda elde edilen etki 1. yılın sonunda
elde edilen etkiden daha iyi olmakla birlikte tedavinin 3 yıla
sürdürülen hastalarda elde edilen etki 2.yıl sonunda elde
edilen etkiden farklı değildir19.
Düzenli biyokimya ve hemogram kontrolü yapılarak
izlenmekte olan olgunun 6.ayda yapılan değerlendirmesinde
klinikten taburcu edildiği anda olan iyilik halini koruduğu
gözlenmiş olup olgunun takibi sürmektedir.