KTH, Kuzey Amerika ve Avrupa’da sık görülür
1. Ülkemizde
oldukça nadir olan hastalığın sıklığıyla ilgili henüz bir
veri bulunmamaktadır
6. Hastalık ilk olarak 1950’de Debre
ve arkadaşları tarafından tanımlanmış, ancak neden olan
etken 1983’te Wear ve ark.
2 tarafından keşfedilmiştir.
Hastaların % 90’nında kediyle temas öyküsü vardır. Bu
hastaların % 75’i, kedi tarafından ısırılmış ya da yalanmıştır
7. Bu olgunun da evde kedi beslediği ve iki ay önce sağ
elinden kedi tarafından tırmalandığı saptandı. KTH genellikle
çocuk ve adelosanlarda görülmesine rağmen, bu olguda
erişkin dönemde görülmüştür. Bu durum; olguda meme
malignitesinin düşünülmesine neden olmuştur.
Primer lezyon olguların % 50-75’inde, hayvanla temastan
7-14 gün sonra ısırık bölgesinde 2-3 mm çapında kırmızı
papül şeklinde ortaya çıkar. Bu lezyon dermiste, aksillada,
servikal bölgede veya konjonktivada görülebilir. Deri lezyonunda
1-7 hafta sonra bölgesel kronik LAP gelişir. LAP’lar
çoğunlukla aksiller ve servikal bölgede ortaya çıkar1.
LAP’lar haftalar ve aylarca devam edebilir. Genellikle 6-12
haftada kaybolmakla birlikte iki yıla kadar devam edebilir8,9. Literatürle uyumlu olarak bu olguda da aksiller bölgede
görülen LAP’ların 12 hafta sonra kaybolduğu görülmüştür.
KTH’nın tipik semptomları; bölgesel LAP, ateş, halsizlik
ve yorgunluk gibi yakınmalardır. Bu semptomlar olguların
% 50-70’inde görülür. Daha şiddetli olgularda (% 10-15 olguda)
splenomegali, splenik apse, granülomatöz hepatit, ensefalopati,
pnömoni, osteomyelit ve Parinaud’un oküloglanduler
sendromu (granülomatöz konjonktivit + ipsilateral preaurikular
adenopati) gibi sistemik komplikasyonlar ortaya çıkabilir10.
Bu olguda ise; halsizlik, yorgunluk ve LAP olmasına rağmen,
ateş yoktu. Ayrıca enfeksiyonla ilgili belirgin bir klinik ve
laboratuar bulgu da görülmedi.
KTH’da standart tanı yöntemi serolojik testlerdir. Ülkemizde
KTH tanısına yönelik serolojik testler rutinde kullanılmamaktadır5. Bu nedenle diğer invazif tanısal yöntemlerle
tanıya gidilmektedir. Tutulan lenf bezinin histopatolojik
incelemesinde merkezinde mikroabse ve polimorf nüveli
lökositler içeren nekrotizan granülomlar, KTH tanısını destekleyen
bir bulgudur. Bu olguda tanı; KTH’ya benzer lenf
bezi histopatolojisine neden olabilecek diğer enfeksiyon hastalıkları dışlandıktan sonra, yukarıda belirtilen
histopatolojik bulgularla konuldu.
KTH’da, enfekte lenf bezinin sitopatolojik ve
histopatolojik incelenmesi tanı koydurucu bir yöntemdir. Ancak,
sitopatolojik incelemede zemindeki nekroz ve
histiositlerde bulunan reaktif atipi tanıda yanıltıcı olabilir.
Histiosit stoplazmasının granüler görüntüsü, beraberindeki
iltihabi hücre infiltrasyonu ve yer yer granülom yapılarının
bulunması ayırıcı tanı için önemli kriterlerdir11. Basil lenf
bezi aspiratında “Warthin-Starry” gümüş boyası ile boyanıp
tespit edilebilir. Ayrıca, biyopsi örneklerinde polimeraz zincir
reaksiyonu (PCR) testi ile tanı doğrulanabilir5. Ancak hastanemizde
“Warthin-Starry” boyası ve PCR testi bulunmadığından
tanıda bu yöntemler kullanılamadı. Basilin kan kültürlerinde
üretilmesi ise oldukça zor ve uzun süreli inkübasyona gereksinim
gösterir.
KTH olgularının büyük bir kısmı tedavi gerektirmeksizin
kendiliğinden iyileşir. Tedavide sefalosporinler, makrolidler,
doksisiklin, rifampisin, siprofloksasin ve eritromisin kombinasyonları
kullanılır5. Enfeksiyona ait belirgin bir klinik ve
laboratuar bulgusu olmayan bu olguya; sefalosporin ve makrolid kombinasyonu ile empirik antibiyotik tedavisinin
verilmesi, hastalıkla ilgili klinik tecrübemizin yetersizliğinden
kaynaklanmıştır. Ayrıca hastayı oluşabilecek komplikasyonlar
açısından riske etmeme amacıyla bu tedavi verilmiştir.
Bu olguda; enfeksiyon bulguları olmadan görülen ağrısız
aksiller LAP’lar, yaş faktörü de göz önüne alındığından, öncelikle
meme kanseri metastazı düşünülmesine ve bu açıdan
tetkik edilmesine neden olmuştur. İnce iğne aspirasyon biyopsisi
de bu yönde yorumlanınca, eksizyonel biyopsiye karar
verilmiş; eksizyonel biyopsinin histopatolojik incelemesi,
tanıda malignitenin dışlanmasını sağlayarak kesin tanıya götürmüştür.
Sonuç olarak; ülkemizde KTH tanısına yönelik serolojik
testlerin rutin yapılmaması, tanıda zorluklara neden olmakta ve
bu nedenle çok sayıda gereksiz girişim ve/veya testlerin
yapılmasına neden olmaktadır. Serolojik ve mikrobiyolojik
olarak tanı konulamayan, bölgesel veya yaygın LAP ile
başvuran ve hikayesinde kedilerle temas öyküsü olan olguların
ön tanısında KTH’da düşünülmelidir.