Sağ ventrikülün fonksiyonel ve yapısal olarak değerlendirilmesi
bazı nedenlerden dolayı sorunlu olmaya devam etmektedir.
Bunlardan birincisi, sağ ventrikülün sol ventrikülü
saracak şekilde yarımay şeklinde olan kompleks geometrik
yapısıdır. İkincisi, ana kuvvet üreten inflow kısmından ayrı
bir infundibulumu ve belirgin trabekülasyonu olmasıdır
8.
Bu özellikleri, sağ ventrikülün herhangi bir geometrik modele
oturtulamaması ve hacim hesaplarının sorunsuz yapılamamasına
yol açmaktadır. Son olarak, sağ ventrikülün yük bağımlı
olması, perikardiyal etkilere ve sağ taraflı hacim ve basınç
yüküne maruz kalabilmesidir
9,10.
Sağ ventriküler ejeksiyon fraksiyonunun (RVEF) kantitatif
olarak hesaplanması için kullanılan manyetik görüntüleme,
radyonüklid ventrikülografi gibi teknikler invaziv, görece
pahalı, zaman alıcı ve sağ ventrikülün kompleks geometrisinden
etkilenen tekniklerdir11,12. Bu nedenle, klinik pratikte
çok fazla uygulanamamaktadır. Buna karşılık ekokardiyografi,
kısa sürede yapılabilen, görece ucuz, girişimsel olmayan ve
kısa sürede yorumlanabilen bir teknik olarak sağ ventrikül
fonksiyonlarının değerlendirilmesinde kullanılabilir.
Geçmişte sağ ventrikül birçok çalışmanın konusu olmuştur.
Yapılan ilk çalışmalarda sağ ventrikülün sadece kardiyak
outputu devam ettirmek için minör rol oynadığı bildirilmişti13. Günümüzde ise özellikle efor ve stres durumunda sağ
ventrikül performansının tüm kardiyak fonksiyonlar üzerine
çok önemli etkilerinin olduğu gösterilmiştir14.
Lewis ve ark.15 sağ kalp kateterizasyonu kullanarak
pnömonektomi sonrası sağ kalp basınç değişikliklerini incelemişler
ve ortalama pulmoner arter basıncı yüksekliğinin
sistolik eşdeğerlerine eşit olduğunu göstermişlerdir. Bu nedenle
pnömonektomi sonrası sağ kalp basıncını tahmin etmek
için ekokardiyografiyi kullanmayı önermişlerdir.
Amar ve ark.14 pulmoner rezeksiyon sonrası, özellikle
de pnömonektomi sonrası pulmoner arter basıncında
küçük bir artış olduğunu Doppler ekokardiyografi kullanarak
tespit etmişlerdir. Yine aynı çalışmada sağ atrium çapı ve
basıncında lobektomi veya pnömonektomi sonrası önemli bir
artış saptanmamıştır. Benzer şekilde lobektomi ve
pnömonektomi sonrası ekokardiyografi ile sağ ventrikül
büyümesi solunum yetmezliği gelişen küçük bir grupta izlenmiştir.
Pnömonektomi yapılan hastaların, lobektomi yapılanlara
göre daha yüksek pulmoner arter basıncına sahip
olduğu belirlenmiştir. Sadece postoperatif solunum sıkıntısı
olan hastalarda önemli sağ ventrikül büyümesi gözlenmiştir.
Araştırmacılar postoperatif altıncı güne kadar olan ölçüm
sonuçlarını vermiştir. Çalışmamızda ise pnömonektomi yapılan
hastalarda pulmoner arter basıncı, sağ ventrikül çapı ve
triküspit velositesi 6 ayın sonunda istatistiksel olarak anlamlı
bir yüksekliğe ulaşırken; lobektomi ya da bilobektomi yapılan
olgulardaki artış, istatistiksel olarak anlamlı bulunmadı.
Foroulis ve ark.16 ise çalışma grubunu dikkatli bir
şekilde seçerek iskemik veya edinilmiş kalp hastalığı ile sağ
kalp basıncının yüksekliği ile ilgili diğer durumları çalışma dışı bırakmış ve lobektomiye karşı pnömonektomi, sol
pnömonektomiye karşı sağ pnömonektomi arasında gözlemlenen
farkın rezeke edilen pulmoner vasküler yatak miktarına
bağlı olduğunu belirtmiştir. İleri yaş, düşük pO2 değeri ve
postoperatif FVC değerlerinin operasyon öncesine göre
önemli oranda azalmasının pnömonektomi sonrası pulmoner
arter basıncı üzerine önemli etkileri olduğunu belirtmişlerdir.
Düşük pO2 potent bir vazokonstriktör olduğu için pulmoner
hipertansiyon gelişiminde önemli rol oynadığı zaten iyi bilinmektedir.
Çalışmamızda da sol ventrikül fonksiyon bozukluğu
ve/veya sol ventrikül dilatasyonu, elektrokardiyografide
intraventriküler veya atriyoventriküler iletim defekti, ritim
bozukluğu, önceden açık kalp ameliyatı geçiren ve koroner
arter hastalığı öyküsü olan hastalar çalışma dışı bırakıldı. Her
iki çalışma grubunda da pCO2 ve pO2 değerlerinde, operasyon
öncesine göre anlamlı fark saptanmadı. FEV1 ve FVC
değerlerinde ise her iki grupta da operasyon öncesi değerlere
göre anlamlı azalma izlendi.
Foroulis ve ark.16 yaptığı çalışmaya göre majör akciğer
rezeksiyonunun sağ kalp fonksiyonları üzerine ciddi
etkileri bulunmaktadır. Akciğer parankim rezeksiyonunun
genişliği sağ kalp basıncının yükselmesinde önemli rol oynamaktadır.
Sağ pnömonektomi sonrası sol pnömonektomiye göre pulmoner arter basıncının daha yüksek olduğunu bulmuşlardır.
Ayrıca lobektomi ya da bilobektomiye karşı
pnömonektomi yapılan olgularda pulmoner arter basıncının
daha yüksek değerlerde olduğunu bulmuşlardır. Ayrıca standart
ve intraperikardiyal pnömonektomi sonrası ölçülen
pulmoner arter basıncı arasında bir farkın olmadığını, sağ
ventrikül büyümesinin de sadece postoperatif respiratuvar
distresi olan hastalarda görüldüğünü bildirmişlerdir. Çalışmamızda
da sağ pnömonektomi sonrası sol pnömonektomiye
göre pulmoner arter basıncının daha yüksek olduğu ancak
istatistiksel olarak anlamlı olmadığı bulundu.
Sonuç olarak; ekokardiyografi kardiyak fonksiyonların
değerlendirilmesinde kullanılabilecek kalp kateterizasyonu ve
radyonüklid ventrikülografiye göre daha pratik, ucuz ve
girisimsel olmayan bir yöntemdir. Pnömonektomi, çoğu
hastada pulmoner arter basıncı yükselmesi ve sağ ventrikül
dilatasyonuna neden olurken, sol kalp fonksiyonlarını etkilemez.
Lobektomi ise hem sol hem de sağ kalp fonksiyon ve
basınçlarında anlamlı bir değişikliğe yol açmaz.
Pnömonektomi sonrası sağ ventrikül modifikasyonlarının
belirgin olması, mümkün olduğu kadar pnömonektomiden
kaçınmamız gerektiğini ortaya koymuştur.