Gebelikte hormonal değişikliklere bağlı olarak stria
gravidarum, kloazma, saç, tırnak ve vasküler değişiklikler
gibi çok sayıda fizyolojik deri bulguları gözlenebilir.
Gebelik boyunca azalan hücre aracılı immünite ve
Th1 sitokin üretimi (interlökin (IL)-12, interferon
(IFN)-γ), artan humoral immun yanıt ve Th2 sitokin
üretimi (IL–4, IL–10) fetüsün reddini önleyerek aynı
zamanda artan otoantikor üretimi ile gebelikteki atopik
dermatitin ve otoimmun hastalıkların alevlenmesine
neden olmaktadır
4, 5. Kompleks bir fizyopatolojiye
sahip olan gebelik boyunca saptanan hormonal ve
immün sisteme ait bu değişikliklerin deri üzerine etkileri
tam olarak bilinmemekle birlikte, bu değişikliklerin
deri bulgularının nedeni olabileceği düşünülmektedir
6. Özellikte immün sistemdeki bu değişiklikler, gebelerde
bizim de tespit ettiğimiz enfeksiyon bulguları ile
uyumlu idi.
Stria gravidarum çoğunlukla gebeliğin altıncı veya
yedinci ayında gelişir 7. Muzaffer ve ark. 8 gebeliğe
bağlı stria oluşum sıklığını %77.1, Kumari ve ark.
9 %79.7 ve Chang ve ark. 10 %55 olarak bildirmişlerdir.
Biz çalışmamızda gebelerde %60 oranında stria
saptadık. Ayrıca stria ile hastanın yaşı, gebelik haftası
ve gebelik sayısı arasında istatistiksel olarak anlamlı
bir ilişki olduğunu belirledik.
Literatürde gebelikte gözlenen kloazma sıklığı ile
ilgili farklı veriler bulunmaktadır. Kumari ve ark. 9
%2.5, Wong ve ark. 11 %50-70, Muzaffer ve ark. 8
%46.4 olarak belirlemişlerdir. Bir çalışmada ise gebelikte
gözlenen kloazma sıklığı beyaz ırkta %50-70
arasında iken, siyah ırkta %10.58 olduğu bildirilmiştir.
Irklar arasındaki bu farklılık, sarı derideki pigment
değişikliklerinin daha kolay fark edilebilir olmasından
kaynaklandığı şeklinde açıklanmıştır 12. Biz çalışmamızda
gebelerin %57'sinde kloazma tespit ettik.
Bunların %65'i epidermal, %25'i dermal ve %10'si
miks tipte idi. Kloazma sıklığının hastanın yaşı ve
gebelik haftası ile ilişkili olarak arttığını fakat gebelik
sayısı ile aralarında istatistiksel olarak bir ilişki olmadığını
saptadık.
Gebelik esnasında kadınların %80'den fazlasında
gingivada hiperemi ve ödem meydana gelmektedir. Bu
gingival değişiklikler hormonal etkilere bağlı olabileceği
gibi kötü hijyen, beslenme yetersizliği ve lokal
irritan faktörlere bağlı olarak da gelişebilmektedir 9.
Bazı yayınlarda gingival değişikliklerin oranı %16.4
olarak bildirilmiştir 8. Biz çalışmamızda %43 olarak
belirlediğimiz gingival değişiklikler ile gebelik haftası
arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişkili olduğunu
saptadık.
Gebelikte görülen tırnak değişiklikleri transvers
çizgilenme, tırnaklarda kırılganlık, lökonişi, distal
onikolizdir ve şeytantırnağı (hangnail) olup etyolojisi
bilinmemektedir 13. Çalışmamızda gebelerde gözlediğimiz
tırnak değişikliği oranı %38.5 olup en sık
rastladığımız bulgu lökonişi (%8.9) idi. Diğer bulgulardan
farklı olarak tırnak değişikliklerinin sadece
hastanın yaşı ile ilişkili olduğunu, gebelik haftası ve
gebelik sayısı ile ilişkili olmadığını saptadık.
Gebelikte gözlenen vasküler değişiklikler damarların
distansiyonu, instabilitesi ve proliferasyonuna
bağlı olarak gelişir ve postpartum geriler 9. Vasküler
değişikliklerden örümcek anjiomların gebelerin
%67'sinde 2. ve 5. aylar arasında, palmar eritemin ise
gebelerin %66'sında ilk trimesterde görüldüğü bildirilmiştir
9. Literatür incelendiğinde koyu derilerde
görüş netliğinin azalmasına bağlı olarak farklı sonuçlara
rastlanmaktadır. Şöyle ki; bir çalışmada hiç palmar
eritem bulgusuna rastlanmazken bir diğer çalışmada
%12.1 oranında belirtilmiştir 8, 9. Biz çalışmamızda
örümcek anjiom ve palmar eritemi sırasıyla %35.6 ve
%30.4 olarak tespit ettik. örümcek anjiomu hastanın
yaşı ve gebelik haftası ile palmar eritemi ise sadece
gebelik haftası ile istatistiksel olarak ilişkili bulduk.
Molloskum fibrozum gravidarum olarak da bilinen
akrokordon gebeliğin sonlarına doğru ortaya çıkar
ve postpartum kısmen veya tamamen kaybolur. Farklı
renk, çap ve boyutlarda olabilen akrokordonlar sıklıkla
yüz, boyun ve gövdenin üst kısmında yerleşirler 7.
Çalışmamızda akrokordon sıklığını %21.5 olarak tespit
ettik. Ayrıca akrokordon varlığı ile hastanın yaşı, gebelik
sayısı ve gebelik haftası aralarında istatistiksel olarak
anlamlı bir ilişki mevcuttu.
Bütün gebe kadınlarda özellikle yüzde, pubik bölgede
ekstremitelerde ve sırtta çeşitli derecede
hirsutizm oluşabilir. Gebelikteki endokrin değişiklikler
sonucu meydana geldiği düşünülen hirsutizmin
postpartum altı ay içinde gerilediği gözlenir. Gebelikte
görülen diğer kıl değişikliklerinden biri de androjenik
alopesiyi andırır tarzda hafif frontoparyetal çekilme
olup doğum sonrası normale dönmeyebilir 13, 14.
Pençe ve ark. 6 yaptıkları çalışmada hirsutizm ve
androjenik alopesi sıklığını sırasıyla %2.7 ve %1.95
olarak bildirirken biz çalışmamızda bu oranları %20.7
ve %20.2 olarak tespit ettik. Ancak hirsutizm ve
androjenik alopesi ile hastanın yaşı, gebelik haftası ve
gebelik sayısı ile aralarında anlamlı bir ilişki belirleyemedik.
Pyojenik granülom gebelerin %2'sinde ve gebeliğin
2. ve 5. aylarında görülen kapiller
proliferasyondur 2. Biz çalışmamızda %10.4 oranında
pyojenik granülomu tespit ettik ve pyojenik
granülomun varlığı ile hastalarımızın yaşı, gebelik
haftası ve gebelik sayısı arasında istatistiksel olarak
herhangi bir ilişki saptamadık.
melanositik nevuslar gelişebilir. Östrojen ve
progesteron reseptörlerindeki artış nevuslarda meydana
gelen renk değişikliliğini açıklayabilir 13, 14. Biz
gebelerde %11.8 oranında nevüs değişikliği saptadık.
Bu değişikliklerden en sık nevüslerin renklerinde koyulaşma
olduğunu belirledik.
Gebeliğin etkilediği dermatozlar arasında ilk üç
sırayı %34.8 ile pruritus, %26.2 ile kserozis ve %13.4
ile ürtiker almaktaydı. Pruritus gelişimi ile gebelik
sayısı arasına istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunmasına
rağmen ürtiker ile gebenin yaşı, gebelik
haftası ve sayısı aralarında istatistiksel olarak herhangi
bir ilişki yoktu.
Gebelerimizde %45.9 oranında enfeksiyon hastalığı
olduğunu saptadık. Bunlar sırasıyla; dermatofit
enfeksiyonu, viral enfeksiyon ve bakteriyel enfeksiyon
şeklindeydi. Gebelerde saptanan fungal enfeksiyon
gelişim sıklığı ile gebenin yaşı ve gebelik sayısı arasında
istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki mevcuttu. Viral
enfeksiyonlar ise sadece gebelik sayısı ile ilişkili bulundu.
Literatürde 1/130–1/300 arasında GPE görüldüğü
bildirilmektedir. GPE sıklıkla ilk gebelikte ve doğuma
yakın dönemlerde başlamakla birlikte, iri fetus ve çoğul
gebeliği olanlarda daha sık oluşmaktadır 3,14.
Biz de çalışmamızda %8.9 oranında GPE saptadık. Bu
gebelerin 5'inde ikiz gebelik mevcuttu. Bizim hastalarımızda
da literatürdeki yayınlara benzer şekilde normal
laboratuar bulguları ve nonspesifik histopatolojik
değişiklikler saptandı.
Sonuç olarak gebelerde saptadığımız deri bulgularının
bazılarının gebenin yaşı ile ilişki iken, bazılarının
ise gebelik sayısı ve gebelik haftası ile ilişkili olarak
geliştiği sonucuna vardık. Bu çalışmanın gebelikte
gözlenen fizyolojik ve spesifik dermatozların ayırımının
iyi yapılması konusunda klinisyenlere faydalı olabileceğini
düşünmekteyiz.