Herpes zosterin görülme sıklığını etkileyen faktörlerin başında ileri yaş gelmektedir. Yawn ve ark. tarafından yapılan bir çalışmada 50 yaşından sonra HZ görülme sıklığının anlamlı derecede arttığı vurgulanmıştır ve tüm vakaların 2/3'sinin 50 yaş ve üzerinde görüldüğü saptanmıştır
9. HZ hastalarının yaş dağılımının değerlendirildiği başka bir veride Yawn ve arkadaşlarının yaptığı çalışmaya benzer şekilde olguların üçte ikisinin elli yaşından büyük olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca %10'unun yirmi yaşından küçük olduğu, her iki cinsi ve tüm ırkları eşit olarak etkilediği vurgulanmıştır
2. Literatürdeki verilere benzer şekilde bu çalışmadaki olguların büyük bir kısmını 50 yaş ve üzerindeki olgular (%71.7) oluştururken, 20 yaş ve altındaki olgularımız % 6.7 oranında idi. Ayrıca bu çalışmada HZ erkek hastalarda daha sık tespit edildi.
Ağrı, parestezi ve döküntü ile seyreden HZ çeşitli dermatomları tutabilmektedir. Bir duyu ganglionu tarafından innerve edilen bölgede, orta hattı geçmemesi ve neredeyse her zaman unilateral olması önemli bir özelliğidir10. Olguların yarısından fazlası torakal ve lomber bölgeyi (en sık T3-L3arası) etkilemektedir. Trigeminal tutulum %10-15, servikal tutulum %17, sakral bölge tutulumu ise %4-8 oranında görülmektedir11. Bu çalışmada da en sık torakal (%48.3) tutulum gözlenirken, torakal ve lomber tutulum beraber değerlendirildiğinde bu oran %65 olarak saptanmıştır. İleri yaş, malignite, organ nakli ve immünsüpresif tedavi, HZ için bilinen risk faktörleridir. Ayrıca diyabetik hastalar ve Human Immundefiency Virus (HIV) enfeksiyon tedavisi alanlarda da HZ'nin görülme sıklığının arttığı belirtilmiştir12. Lasserre ve ark. tarafından aile öyküsü ve fizyolojik stresin HZ ile ilişkisinin araştırıldığı vaka kontrol çalışmasında; artan yaş ile hücresel immün yanıtta azalma, depresyon, yaşanılan olumsuz olaylar ve ailede HZ öyküsü varlığının, HZ'nin ortaya çıkma ihtimalini arttırdığı saptanmıştır13. Olgularımızın önemli bir kısmı (%71.7) 50 yaş ve üzerindeydi, bir olgu HIV nedeni ile takip edilmekteydi ve başka bir olgu da multiple myelom nedeni ile kemoterapi almaktaydı. Ayrıca olguların % 13.3'ünde ailede HZ geçirme öyküsünün olduğu tespit edildi.
Hastaların hastalıklarının oluşumu ile ilgili düşüncelerini değerlendiren az sayıda çalışma vardır. Bu çalışmaların en önemlisi alopesi areatalı hastaların hastalıkları hakkındaki düşüncelerin araştırıldığı çalışmadır. Firooz ve ark. tarafından yapılan çalışmada hastalar alopesi başlangıcının %77 oranında stres ile ilişkili olduğunu bildirmişler7. Fortune ve ark. tarafından yapılan sedef hastalığı ile ilgili inançların değerlendirildiği çalışmada; hastalık oluşumunda en sık stres (% 60.1) ve genetik faktörler (% 55.5)'in etkili olduğu vurgulanmıştır14. Türkiye'de yapılan başka bir çalışmada da alopesili hastaların hastalıkları hakkındaki düşünceleri araştırılmıştır. Bu çalışmada da hastalığı başlatıcı faktör olarak en sık nedenin stres (%49) olduğu belirtilmiştir. Ayrıca stresin hastalığın alevlenmesinde en sık (%63) neden olduğu bildirilmiştir (8). Çalışmamızda, HZ'nin ortaya çıkma nedeni sorgulandığında, en sık stres; diğer nedenler ise sırası ile allerji, mikrobiyal ve iç hastalıkları ile ilişkili olarak tespit edilmiştir. Bunlara ek olarak olgulardan %1.7'sinin hastalığını kaderle ilişkilendirmesi, ülkemizde sıkça karşılaştığımız batıl inanış ile ilişkili bulunmuştur.
Herpes zoster hastalığı antiviral tedavi altında tama yakın geriler. Olguların %20-50'sinde ağrının aylar boyunca devam ettiği post herpetik nevralji (PHN) tablosu gelişebilir15. Firooz ve ark. hastalığın seyri ile ilgili olarak, hastaların %58'nin hastalığının tamamen iyileşebileceğini düşündüğünü, hastaların %30'unun ise iyileşebileceğine çok az ihtimal verdiğini saptamışlardır7. Gönül ve ark. tarafından alopesili hastaların inanışlarının sorgulandığı çalışmada ise olguların %60'ı hastalığının tamamen iyileşebileceğini, %16'sı ise hastalığının hiç iyileşmeyeceğini düşündüğünü belirtmişlerdir8. Bu çalışmada ise olguların %25'i tamamen iyileşeceğini, %18.3'ü ise iyileşmeyeceğini bildirmektedir. Bu sonuçlar ışığında çalışmamıza katılan olguların Firooz ve arkadaşları ile Gönül ve arkadaşlarına göre ise daha kötümser bir tabloda olduğu görülmektedir.
Hastaların hastalığı hakkında bilgi almak için başvurduğu kaynaklar sorgulandı. Alopesili hastalarda yapılan bir çalışmada hastaların %39'u dermatoloğundan, %22'si internetten, %14'ü başka alopesili hastalardan ve %10'u ailesinden bilgi aldığını belirtirken Tan ve ark. tarafından akneli hastalarda yapılan başka bir çalışmada da hastaların büyük çoğunluğunun televizyondan bilgi aldığı, bunu sırasıyla anne-baba, arkadaş ve magazinin takip ettiği tespit edilmiştir6,8. Çalışmamızda en sık bilgi alma yöntemi sırası ile dermatoloji uzmanı, ailesi ve internete başvuru iken %43.3'ünün hastalığını araştırmadığı saptanmıştır. Hastalarımızın sadece %38.4'ü dermatoloji uzmanından bilgi alabilmiştir. Bu durumun ülkemizdeki hastanelerde poliklinik hizmeti veren doktor sayısının az ve hasta sayısının fazla olması ile ilişkili olduğunu düşünüyoruz. Ayrıca internetten araştırma yapan hastaların %80'inin erkek %20'sinin kadın olması ülkemizde kadınların eğitiminin erkeklerden daha geride olduğu kanısını doğrulamaktadır.
Literatürde, eğitim düzeyi ile hastalık ilişkisinin araştırıldığı çalışmalarda çelişkili veriler mevcuttur. Şahin ve ark. tarafından ≥45 yaş hastalarda radius distal uç kırıklarından sonra osteoporoz farkındalığı ve etkileyen faktörlerin araştırıldığı çalışmada eğitim düzeyi arttıkça farkındalığın arttığı tespit edilmiştir16. Buna karşın alopesi areatalı hastaların inanışlarının araştırıldığı bir çalışmada alopesinin nedeni sorgulanmış ve verilen cevap ile eğitim düzeyi arasında istatistiksel olarak anlamlı fark olmadığı tespit edilmiştir8. Akne vulgarisli hastalarda tamamlayıcı ve alternatif tıp uygulamalarının değerlendirildiği başka bir çalışmada da eğitim seviyesi ile tamamlayıcı alternatif tıp uygulamalarını kullanan ve kullanmayan gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı fark olmadığı görülmüştür (p>0.05)17. Bu çalışmada da eğitim seviyesi yüksek olan grup ile eğitim seviyesi düşük olan grubun HZ hakkındaki bilgi düzeyi, tutum ve beklentileri arasında fark olmadığı tespit edildi.
Sonuç olarak; dorsal kök ganglionlarında latent olarak kalan VZV'nin neden olduğu HZ hastalığı hakkında, hastaların bilgilerinin yetersiz olduğu ve eğitim durumu ile ilişkisinin olmadığı tespit edildi. Hastaların hastalıklarını tanımaları tedaviye uyum ve hastalığın seyri üzerinde etkilidir. Bu nedenle hastaların tedavi ve hastalıkları hakkında bilgi almak amacı ile en sık başvurdukları kaynak olan hekimlerin yeterli bilgi vermesinin tedavi uyumunda ve tedavinin başarılı olmasında etkili olacağını düşünmekteyiz.