Anjiotensinojen genindeki varyasyonların KKH ile ilişkisi:
Yapılan çeşitli çalışmalarda RAS’nin KKH’nın gelişiminde önemli bir role sahip olduğu gösterilmiştir
20-23. Bu bulgular araştırmacıları RAS’nin ana komponentlerinin genetik varyasyonlarını saptamaya yönlendirmiştir. AGT T207M gen varyasyonunun koroner kalp hastalığı ile ilişkisi ilk olarak Ko ve arkadaşları
6 ile Tiret ve arkadaşları
24 tarafından incelenmiştir. Bu araştırmacıların yaptığı çalışmalarda, bu gen polimorfizminin MI için risk faktörü olduğuna yönelik önemli bulgular saptanamamıştır. Yine Caufield ve arkadaşlarının yaptığı bir çalışmada M235T ve T174M varyantları ile hipertansiyon arasında bir ilişki gösterilememiştir
25. Nair ve arkadaşlarının yaptığı bir çalışmada ise anjiyografi ile tanı konulmuş 141 KAH ile 131 sağlıklı birey karşılaştırılmış ve T207M gen polimorfizmi ile aralarında herhangi bir ilişki bulunamamıştır
26. Yu-Lin Ko ve arkadaşlarının; Çin populasyonunda 338 kontrol ve 268 koroner arter hastalığı olan bireyler üzerinde yaptıkları bir çalışmada KAH’larında T alleli kontrol grubu ile kıyaslandığında daha yüksek frekansda olduğu görülmüş ancak istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır
27. Bu çalışma ile uyumlu olacak şekilde bizim çalışmamızda da koroner kalp hastalığı olan bireylerde TT genotipini frekansı koroner arter hastalarında sağlıklı bireyler ile karşılaştırıldığında (%83.5 vs %73.5) daha yüksek frekansda olup bu istatiksel olarak anlamlı değildir. Ancak çalışma populasyonunda allel dağılım frekansları incelendiğinde koroner arter hastalarında T allelinin frekansı kontrol grubuna göre (%90.5 vs %80.9) daha yüksek olup istatiksel açıdan anlamlıdır (P<0.05). Gardemann ve arkadaşlarının yaptığı çalışmada ise
28 T207M genindeki varyasyonlar KAH’nin şiddeti ile ilişkili olduğu bulunmuştur.
Yapılan çalışmaların sonuçlarında da görüldüğü gibi angiotensinojen gen polimorfizminin sonuçları açısından çelişkili bilgiler bulunmuştur. Bu genetik çalışmalar arasındaki farklılığın etnik farklılıklar nedeniyle veya kontrol ve hasta grupları için farklı seçim kriterleri nedeni ile olabileceğini düşünmekteyiz.
Çalışmamızda plazma lipid düzeyleri ile T ve M allelleri arasında anlamlı bir ilişki gösterilememiştir. Ancak lipid düzeyleri ile AGT T207M polimorfizmi arasındaki ilişkiyi gösteren çalışmalar bulunmadığı için bu çalışma diğer çalışmalar ile karşılaştırılamamaktadır.
Faktör V ve Faktör II gen polimorfizmlerinin KKH ile ilişkisi:
Koagulasyon, hem intrensek hem de ekstrensek yolda bir seri reaksiyon ile etkileşime giren bir çok gen ürününü içerir 29. Bu genlerdeki genetik anormallikler koagulasyon faktör proteinlerinde kantitatif bir artışa yol açarak tromboembolik olayların gelişimde artmış bir risk ile sonuçlanabilir 12,17,19,30.
Protrombin ve Faktör V; tripsin ile homoloji gösteren bir serin proteaz bölge içerir. Protrombin; 21 kb’lık 14 ekzon içeren bir gen tarafından kodlanır ve hemostaz ve trombozisde anahtar bir rol oynar. Faktör V, Faktör Xa’yı etkileyerek protrombinin trombine dönüşümünün sağlayan tek zincirli bir glikoproteindir. Faktör V geninde 1691. pozisyonda bulunan adeninin guanin ile yer değiştirmesi sonucu tek bir baz değişikliği Faktör V Leiden mutasyonu olarak bilinir ve aminoasit sırasında (Arg-Gln) dönüşümü şeklinde bir değişiklikle sonuçlanır, bu da aktive protein C kompleksi tarafından degredasyona direnç oluşmasına yol açar 31. Bizim yaptığımız çalışmada FVL ve protrombin gen varyantı ile koroner arter hasalığı arasında bir ilişki gösterilememiştir. Her ne kadar her iki polimorfizmin frekansı koroner arter hastalarında daha yüksek bulunmuşsa da bu istatiksel olarak anlamlı değildir.
FVL mutasyonu otozomal dominant bir kalıtım gösterip etnik gruplar arasında FVL mutasyonu oldukça fazla heterojenite gösterir. Avrupalılar arasında yaygın, Asya ve Afrikalılar arasında ise daha ender görülmektedir 32. FVL için homozigot durumlar genç yaşdaki bireylerde venöz tromboembolizm için daha yüksek risk taşırken, FVL için heterozigotluk durumları tromboz riski genel populasyoa göre 7 kat daha fazla risk getirmektedir. Yapılan çeşitli çalışmalarda FVL ile koroner arter hastalığı arasındaki ilişki için çelişkili sonuçlar mevcuttur. Bazı çalışmalarda FVL taşıyıcılarında artmış risk bulunmuşken 33,34, bazı çalışmalarda ise bir ilişki gösterilememiştir 19,35,36
FII G20210A alleli sağlıklı beyaz bireylerde daha sık bulunmuşken Asya ve Afrikalılarda daha ender bulunmuştur. Yüksek protrombin düzeylerinin arteryal hastalıkların gelişimi için artmış bir risk taşıması biyolojik olarak mümkün görülmektedir ancak yapılan çalışmalar, FVL için olduğu gibi, 20210A protrombin alleli ile KAH arasındaki ilişkinin gösterilmesi açısından oldukça çelişkili sonuçlar vermiştir. Yapılan bazı çalışmalarda artmış risk bulunmuşken 32,34 bazı çalışmalar da ise bir ilişki gösterilememiştir 36-40
KAH ile bu iki polimorfizm arasındaki ilişkinin gösterildiği kafkas populasyonunda yapılan çalışmalarda bu genetik faktörlerin genel populasyona göre daha yüksek frekansda olması nedeni ile pozitif bir ilişki bulunmuş olabilir. Ayrıca, bu pozitif ilişki major kardiyovasküler risk faktörlerinin varlığı ile ilgili olup bu faktörler ile çevresel faktörler arasındaki ilişkiden kaynaklanıyor olabilir.
Sonuç olarak, bu çalışmadaki bulgularımız FVL mutasyonu ve protrombin gen mutasyonu ile KAH’na genetik yatkınlık arasında bir ilişki gösterilememiştir. FVL mutasyonu ve FII G20210A allelinin KAH’a yatkınlık yaratması konusunda yapılan çalışmalardaki farklı sonuçların nedeni genel populasyonda bu allelerin düşük frekansda bulunması olabilir.