Mikroarray temelli Karşılaştırmalı Genomik Hibridizasyonun (aCGH=Array comparative genomic hybdridisation) medikal tanıda kullanılmaya başlaması, yeni bir ters dismorfoloji fenomenini ortaya çıkarmıştır. Ters dismorfoloji ile değişken semptomatolojiye sahip yeni klinik sendromların tanımlanması ve karakterizasyonu mümkün kılınmıştır. Bu tür bir yaklaşımla, önce klinik özellikleri değerlendirip ardından genetik testin planlanması şeklinde olan geleneksel yol tersine çevrilmektedir. Ters dismorfoloji özellikle lokus heterojenitesi olan genetik sendromların teşhisinde yararlı bir unsur haline gelmektedir. Array CGH ve diğer yeni teknolojilerin belirli durumlarda, geleneksel dismorfolojinin (fenotipten genotipe) yerini alması beklenmektedir. Öte yandan, genetik testten önce fenotip analizinin derinlemesine değerlendirilmesinden oluşan geleneksel dismorfoloji uygulamasından elde edilen bilgi ve deneyim, ters dismorfoloji temelinde tanımlanan genetik sendromların karakteristiklerini değerlendirmek için önemlidir. Ancak yeni teknolojilerdeki mevcut dezavantajlar, genotip öncelikli ve fenotip öncelikli yaklaşımların dengelenmesini gerektirir
6.
‘Fenotipten genotipe mi genotipten fenotipe mi gidilmeli?’ sorusunun cevabı gibi mikroarray testinin ZY, GG, OSB ve MKA'lı hastalarda G-bantlama yöntemi yerine birinci basamak test olarak kullanılıp kullanılmayacağı da tartışmalıdır. Bazı çalışmalarda mikroarray teknolojisinin genetik heterojenliği ortaya çıkararak ve yeni aday genler için yeni lokuslar tanımlayarak birçok sendromun genetik arka planını ortaya çıkarmaya yardımcı olduğu ve ZY/Zihinsel Gelişim Bozukluğu (ZGB), GG ve MKA'lı bireylerin değerlendirilmesinde birinci basamak bir test olabileceği ileri sürülmüştür7,17,18. Miller ve ark.7 ZY/ZGB, GG ve MKA bulguları olan 21,698 çocuğu kapsayan 33 literatür taramasında mikroarray testinin tanı oranının %15-20 olduğunu saptamışlar ve bu hasta grubu için mikroarray testini birinci basamak test olarak önermişlerdir.
Açıklanamayan gelişim geriliği olan 260 çocuk ile yapılan bir çalışmada da yine aCGH’in birinci basamak test olarak değerlendirilebileceği öne sürülmüştür17. Ayrıca sendromik olmayan gelişim geriliği/ zihinsel yetersizliği olan hastalarda, yüksek tanısal verimliliği nedeniyle ilk olarak yüksek çözünürlüklü array-temelli genom testinin yapılması önerilmiştir18. Mikroarray temelli testlerin bazı çalışmalarda7,17,18 ZY/ZGB, GG ve MKA'li hastalarda ilk yapılması gereken test olduğu ileri sürülse de G-bantlama 51 yılı aşkın bir süredir mevcuttur ve uluslararası bir sitogenetik isimlendirme sistemi (ISCN) ile yaygın olarak kabul edilen ve tek tip bir teknik olma avantajına sahiptir. Bu konunun kesinlik kazanması, geniş örneklemle yapılacak çok sayıda çalışmada mikroarray temelli testlerin tanı oranlarının gösterilmesiyle yön kazanacaktır.
Mikroarray temelli testlerin tanıya katkısını belirlemek için ülkemizde de çalışmalar yapılmıştır11,13,19,20. Cokyaman ve Sılan’ın13 yaptığı çalışmada, Çanakkale ilindeki ZY, GG, OSD gibi nörobilişsel bozuklukları ve dismorfolojik bulguları olan çocuklar için aCGH analizinin tanısal katkısı %25.1 olarak saptanmıştır. Çalışmalarına dahil ettikleri 155 pediatrik hastanın %63.2'sini erkekler ve %36.8'i kadınlar oluşturmuştur. Analiz yaptıkları hastaların çoğu erkek olmasına rağmen, patojenik ve olası patojenik hastalığa neden olan hastalık olarak kabul edilen CNV'ler için cinsiyet oranlarını benzerdir (Erkek:%51, Kadın %49)13. Çalışmamızda da hastaların çoğunluğunu erkekler oluşturmaktaydı (Erkek:%58, Kadın:%41.1) ve yine benzer olarak hastalığa neden olan patojenik olarak kabul edilen CNV'ler için cinsiyet oranlarını birbirine yakındı (Erkek:%53, Kadın %47). Ceylan ve Erdem11, Ankara ilinde yaşayan 500 hasta ile yaptıkları retrospektif çalışmada %11.3 oranında patojenik CNV tespit etmiştir. İzmir Tepecik Genetik Tanı Merkezi'ndeki 1272 örneğin analiz edildiği çalışmada ZGB, OSB ve MKA’nin değerlendirilmesinde birinci basamak test olarak CMA kullanıldığı belirtilmiş ve 971 hastanın 42'sinin (%4.3) olası patojenik ve 133'ünün (%13.6) patojenik CNV'ye sahip olduğu saptanmıştır19. Ankara ilinde yapılan diğer bir çalışmaya ZGB ve /veya MKA’ye sahip 30 hasta dahil edilmiş ve aCGH ile bu hastaların %27’sinde patojenik kopya sayısı varyantları tespit edilmiştir. Çalışmalarında saptanan %27 oranının literatüre göre yüksek olmasının hasta seçim kriterinden kaynaklamış olabileceği ileri sürülmüştür20. Mikroarray temelli testler ile yapılan analizlerle tanı oranı ülkemizde yapılan çalışmalarda bile farklılık göstermektedir. İki çalışmadaki13,20 tanı oranları çalışmamızdaki tanı oranından daha yüksekti. Çalışmamızda patojenik varyant %12.7 oranındaydı ve bu değer diğer iki çalışmadaki %11.311 ve %13.619 oranlara yakındı. Bu oranlardaki farklılıklar çalışmanın örneklem büyüklüğü ve hastaların tanılarının grup içindeki dağılımlarındaki farklılıklardan kaynaklanabilir.