İntrakraniyal lipomlar hamartom olmadıkları gibi gerçek neoplazm da değillerdir. Lipomlar daha ziyade primitif meningeal dokunun kötü farklılaşmasının bir sonucu olarak ortaya çıkan konjenital nadir gelişimsel anomalilerdir
1,3,4. Embriyolojik olarak potansiyel subaraknoid sistern, primitif meningeal doku tarafından doldurulmuştur. Normal embriyogenez sırasında bu dokunun rezorbsiyonu sonucu subaraknoid bölge oluşmaktadır. Meningeal dokudaki rezorbsiyon yetersiz kalırsa bu alanda adipoz çizgilere farklılaşma olur ve bunun sonucunda matür lipomlar oluşur
3,5. İntrakraniyal lipomlar genellikle asemptomatik olup, olgumuzda olduğu gibi semptomatik olgular ise en yaygın baş ağrısı ile kliniğe müracaat ederler
1.
İntrakraniyal lipomların tanısında ultrasonografi (US), BT ve MRG kullanılabilir 2,6,7,8. Lipomlar US’de ekojenik görülürler. Lezyon çevresinde veya içindeki kalsifikasyonlar lipomun kendi normal akustik gölgesinden ayırtedilemez 2,7. BT’de lipomların karakteristik görünümünden dolayı, intrakraniyal lipomların tanısında faydalıdır. Olgumuzda da olduğu gibi kontrastsız BT tetkikinde lipomun (-100) HU düşük dansitesinden dolayı kesin tanıya götürebilir, ancak koroid pleksus çevresindeki BOS‘un düşük dansitesinden dolayı lipomu değerlendirmek zor olabilir 2. Çünkü hem lipom ve hem de çevresindeki BOS’un beyin parankimine göre nispeten düşük dansitede olması nedeniyle çok küçük lipomalar BT’de gözden kaçabilir.
MRG tekniği lezyonun çevre yapılarla olan ilişkisini, lipomun orjinini ve lezyonun tam anatomik lokalizasyonunu belirlemede US ve BT’ye üstündür 6. Bakshi ve ark. 9 çalışmalarında belirttiklerine göre; 30 hastadaki 32 lipom lezyonunun, konvansiyonel ve geliştirilmiş MRG sekanslarının karşılaştırmalı değerlendirilmesinde, lipomlar FSE T2’de izointens ile hiperintens ve FLAİR ağırlıklı sekansda hiperintenstirler. Ayrıca lipomların konvansiyonel SE T2’de FSE T2’den daha farklı göründükleri saptanmıştır. FSE FLAİR ve FSE T2’de lipomların hiperintens görünümü subakut hematomlarla karışabilir. Bu durumda eğer konvansiyonel teknikler kullanılıyor ise lipomları ayırdetmek için T1, T2 ve PD ağırlıklı imajlar genellikle yeterlidir. Şayet FSE teknikleri kullanılıyor ise lipomları ayırdetmek için o zaman yağ baskılama ve konvansiyonel sekansa ihtiyaç olabilir. Ayrıca koroid pleksuslar gadopentetat dimeglumin enjeksiyonundan sonra belirgin şekilde kontrastlandıkları için, koroid pleksus lipomları kontrastlı MRG’de görülmeyebilir 1. Bu yüzden koroid pleksus lipomlarını saptamak için kontrastsız MRG sekansları uygulanmalıdır.
Sonuç olarak koroid pleksus lipomları nadir oluşumlardır. Korpus kallozum disgenezisi ve perikallozal lipomlarla ilişkilidirler. Olgumuzda da olduğu gibi soliter koroid pleksus lipomları karşımıza korpus kallozum disgenezi bulgusu veya başka bir semptomu olmadan da raslantısal olarak çıkabilir. Biz inanıyoruz ki, BT ve MRG teknikleri ile bu lipomların tanısı kolaylıkla konabilmekte olup, lezyonun dansitesi BT ile kolaylıkla ölçülebilir. Ancak BT’de BOS dansitesinin düşük olması nedeni ile lezyonlar bazen gözden kaçabilir. MRG ise sadece koroid pleksus lezyonlarını göstermede ve saptamada değil, aynı zamanda esas perikallozal ilişkiyi ve ilişkili olan lezyonları da daha iyi ortaya koyma açısından BT’den daha üstündür.